Ana içeriğe atla

İnançsızlığımın Yapı Taşları

İnançsızlığımın Yapı Taşları Neden inanmıyorum? İnancımı kaybetmemde ya da gerçeği görmemde büyük rol oynayan şey, Kur’an’ı araştırmak ve kafama takılan konuların üzerine gitmek oldu. Mesela ilk takıldığım, yani mantığımın reddettiği konu, bir ayette "balçıktan yaratıldığımız" ifadesinin geçmesiydi; başka bir ayette ise Tanrı’nın "yoktan var ettiği" söyleniyordu. Kendi kendime düşündüm: Ben bir tanrı olsam ve bir varlık yaratacak olsam, "yoktan var ettim" dedikten sonra "bir maddeden oluştunuz" demezdim. Çünkü mantıksal bakarsanız bu, gerçekten mantık dışı bir şey olur.


 Daha açık anlatacak olursam, bir şeyi yoktan var etmek düşünsel bir ütopyadır; hiçbir şey yokluktan var olmamıştır ve bir evresi vardır. Bu evreyi balçık, yani çamur olarak kabul edelim, ama ardından "yoktan var ettik" diyen bir ayet geliyor. Mantığım bunu reddetti, çünkü dünyanın en dürüst kitabı olarak adlandırılan Kur’an’ın, kendi içinde çeliştiğini görüyorum. Bu yüzden Kur’an’a inancımı, doğruluğuna olan inancımı kaybettim. O günden sonra Kur’an, benim gözümde İncil, Zebur ve Tevrat’tan farksız oldu; bir topluluğun kurgusal, destansı içerikler sunduğu bir kitap olduğunu düşündüm. Bir dönem Kur’an’ın değiştirilmiş olduğunu düşündüm.


 Araştırdığımda ise Kur’an’ın değişmediği ve değiştirilemez olduğu söylendi. Şimdi şöyle düşünelim: Biz yeni bir din kuralım ve o dinin kitabını yazalım. Kitaba "Bu, x bir tanrının bize söylediği sözlerdir ve tamamen doğrudur; değiştirilemez bir kitaptır" yazısını eklesek, bu, Kur’an ile ne kadar bağdaşıyor, değil mi? Mantıksal düşündüğümüzde aslında bizler yıllardır istemsizce manipülasyona maruz kaldık. Müslüman bir ülkede doğduk, kendi seçim haklarımız elimizden alındı ve bize sadece İslam’ı seçmek kaldı. Çocukluğumuzdan beri İslam’a boyun eğdik ve yazılan destansı kitabı, yani Kur’an’ı, hiçbir şekilde açıkça inceleyemedik.


 Tanrı’ya gelecek olursak, daha önce Tanrı’nın bu kadar iyi olup aynı zamanda bu kadar mazoşist bir tavır takındığını görmemiştim. Evet, mazoşist diyorum. Ayrıca, çıkarcı ve diktatör bir tanrı figürü de görmemiştim. Tanrı’nın “iyilik yapın, sevin” demesi tek başına yetmiyor. Ne yazık ki, bize iyiliği, güzelliği aşılarken, “Yapmazsan seni diri diri yakarım” gibi birçok mazoşist ayetle kullarına sesleniyor. Bir kimse işkenceden veya ruhsal acıdan zevk alıyorsa, bu mazoşist demektir; Tanrı da tam olarak bu tanıma uyuyor.


 Diktatörlük kavramına gelirsek, biri başkasına iyilik veya kötülük yapmak istemeyebilir. Bu, eleştirilebilir bir durum olsa da gerçek böyle. Bir kişiye zorla iyilik yaptırırsam, bu diktatörlük olur. Zorla dedim çünkü yapmazsam cehennemde yanacağım. Bu yüzden burada istem dışı bir zorunluluk, yani göz göre göre diktatörlük durumu var. Çıkarcılık konusu ise bununla bağlantılı bir konu. Kendini iyi göstermek için bize zorla iyilik yaptıran bir tanrıya çıkarcı derim. Kısaca, benim bir tanrım olacaksa ne menfaat güdecek, ne diktatörlük yapacak ne de mazoşist olacak. 


Madem Tanrı’yı mükemmel bir şekilde algılıyorsak, bu bahsettiğim sıfatlardan uzak olacak ve Tanrı o zaman mükemmel bir sıfat kazanacak. Aslında Tanrı mükemmel de değil; biz Tanrı’yı mükemmel bir şekilde düşündüğümüz için Tanrı mükemmel bir sıfat kazanıyor. Tanrı sadece bir ütopyadır ve biz bu ütopyayı kafamızda kurguluyor, onu en muhteşem haliyle birleştiriyoruz. Kısaca, Tanrı kurgusal bir karakterdir ve her insanın içinde farklılık gösterir.


 Peki ya tanrıyı neden muhteşem bir şekilde düşünürüz? Bana göre cevabı şudur: Tanrı sıfatı, asırlardır en güçlü, en kuvvetli, her şeyin yaratıcısı ve her şeyin sahibi olarak karşımıza çıkıyor. O yüzden Tanrı’yı normal bir kişilik olarak hayal etmek çok amaçsız ve saçma olur. Bu nedenle Tanrı’yı kafamızda, biz insanoğlundan kat kat daha güçlü bir şekilde hayal ediyoruz ve aslında Tanrı’yı böyle düşünerek ona yücelik sıfatını biz veriyoruz. Aslında bizim düşüncelerimiz olmasa, Tanrı boş bir düşünce olurdu; kısaca, insanoğlu olmazsa Tanrı sıfatı da değerini kaybeder.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Varoluşçuluk Arkesi

 "Arkhe" kavramının ortaya çıkış hikayesine değinelim. "Arkhe", Yunanca'da ilk, başlangıç anlamına gelir ve eski Yunan filozofları bir şeyi açıklamak için bir teori geliştirmek için bu terimi kullanmışlardır. Örneğin, Thales'e göre, arkhe (ilk neden), suydu. Aslında bir şeyin varoluşunun ilk nedeni, varlığın varoluşudur; yani varoluşçu bir yaklaşımdır. İnsanoğlu var olduğunda, bir şeylerin farkına varmış ve bir sebep aramıştır. Bu sebep, bazılarına göre su, bazılarına göre toprak olmuştur. Ancak insanoğlu olmasaydı, bir neden de olmazdı; bu yüzden insanoğlu geliştikçe ve olgunlaştıkça bir neden aramaya başlar ve bu arayışın adı da "arkhe" kavramı veya teorisi olur. Varoluş, bir arkhe'dir; gerçek arkhe ise bizleri, yani insanoğlu nu temsil eder. Biz var olmasaydık, suyun su olduğunu, toprağın toprak olduğunu kim bilir ve suya her şeyin ilk ve değişmez nedeni olarak ne adlandırılırdı? Sonuçta, toprağın toprak olduğunu su bilemezdi ve suyun da su

Teo-Otantizm

Varoluşçuluk ve Tanrılaştırma (Teo-Otantizm): Bu görüşte, insanlar yani yaşamsal fonksiyonlara sahip varlıklar, düşsel bir varlık teorimi üretip onu kutsallaştırmaya ve o kutsallaştırılan ütopyayı üstün varlık olarak görmeye çalışırlar. Bu bağlamda, o varlığa tanrısal bir yaklaşımda bulunmaları söz konusudur. Her bir insan için tanrı kavramı değişkenlik gösterir; kimileri için en üstün, kimileri için her şeyi bilen gibi kavramlara ayrılır. Her insan için tek ve değişmez bir görüş ya da algı sistemi yoktur; tanrı için bu da tanrının varlıklar arasında evrimleşmesini sağlar. Tanrı, her varlık için farklı düşünülüyor ve öyle kurgusal bir ütopya olarak karşımıza çıkıyor; bu durum, tanrının evrimleştiğini gösteriyor. İlk insanların ve günümüz insanlarının düşündüğü tanrı modeli aynı kalması olanaksızdır. Şöyle bir örneklendirme yapılacak olursa: 15. yüzyılda bir insana otomobili anlat dersek, bambaşka düşüncelerini anlatacaktır. Fakat şu an, günümüzdeki bir insana gelecekteki otomobili anla