Blog Arşivi

27 Nisan 2025 Pazar

Mazoşist Tanrının Doğru Dini: İslam

 

Giriş

İnanç sistemleri tarih boyunca insanın anlam arayışıyla şekillenmiş ve çeşitli Tanrı tasavvurları etrafında örgütlenmiştir. Ancak bu sistemlerin çoğunda, özellikle de semavi dinlerde, bireysel özgürlük ve irade kavramları ciddi biçimde sınırlandırılmıştır. İslam dini de bu bağlamda incelendiğinde, Tanrı tasavvurunda belirgin bir mazoşist yapı ve bireyin özgür iradesini baskılayan bir mekanizma dikkat çeker. Bu çalışmada, İslam’da Tanrı’nın mazoşist eğilimler taşıdığı ve bireyin özgürlük alanını nasıl daralttığı incelenecektir.

Ana Metin

Mazoşizm, bir varlığın acıdan, işkenceden veya aşağılanmadan haz duyması anlamına gelir. Bu bağlamda, varlığı kanıtlanamamış ve kanıtlanmaya da yaklaşmamış bir Tanrı düşüncesinin ve bu Tanrıya atfedilen dinin (İslam’ın) yapısında da belirgin bir mazoşist eğilim gözlemlenmektedir. İslam dini, bireysel inancı manipüle eden, bireyin hür iradesini baskılayan ve yönlendiren bir oluşum olarak değerlendirilmelidir. Bu dinin temel kaynağı olan ve Tanrı'nın sözü olduğu iddia edilen Kur’an’da, Tanrı'nın mazoşist bir tavırla dini yönetmeye ve bireysel iradeye egemen olmaya çalıştığına dair ifadeler yer almaktadır.

Bireyin zihninde oluşturduğu kavramsal ütopyalar olan cennet ve cehennem düşünceleri, bu mazoşist yapının ve bireysel iradenin feshedilmesinin temel araçlarıdır. İslam’da, Tanrı’ya, meleklere, peygamber sıfatı taşıyan varlıkların gerçekliğine ve kutsal kitaba inanmak gerektiği vurgulanır. İnananlara cennet vaat edilir; iyilik yapmak ve ibadet etmek gibi yükümlülükler de bu vaadin parçasıdır. Ancak cehennem kavramı işin seyrini değiştirir.

Cehenneme gitmemek için, cennete giden yolun bütün kurallarına riayet etmek gerekir. Kurallar çiğnendiğinde ise ebedi bir azapla cezalandırılmak söz konusudur. İşte tam da burada Tanrı’nın mazoşist doğası ve bireysel özgürlüğün bastırılması kendisini gösterir. Bireye iyilik yapma ve ibadet etme imkânı sunulurken, bu yükümlülükler yerine getirilmediği takdirde, sonsuz işkence ile tehdit edilmekte; dolayısıyla seçim özgürlüğü gerçek anlamda bireye bırakılmamaktadır.

Bu noktada temel bir soru gündeme gelir:
Neden bir dine veya Tanrı'ya inanmak zorundayız?

Birey, özgür bir iradeye sahip gibi görünse de, sonuçta karşısına çıkarılan ebedi cehennem tehdidi nedeniyle, bir inanca zorunlu olarak yönelmektedir. Böylelikle, mazoşist bir Tanrı’nın doğru dini olarak sunulan İslam’a inanmak, özgür bir tercihten çok, varoluşsal bir mecburiyet hâlini almaktadır.

İnanç burada bir özgürlük değil, bir zorunluluk mekanizmasıdır. Bu mekanizma, bireyi korku ve vaad arasında sıkıştırarak, düşünsel bağımsızlığı baskılar. İtaatin ödülü cennet, başkaldırının cezası ise cehennemdir. Dolayısıyla İslam dini, bireysel iradeyi serbest bırakan değil; onu, kutsal bir metin aracılığıyla kontrol eden ve yönlendiren bir sistemdir. Bu bağlamda, İslam’ın Tanrısı, bireyin özgür iradesini tehdit eden, onun korkularını ve umutlarını kendi iktidarını tesis etmek için kullanan mazoşist bir Tanrı figürü olarak karşımıza çıkar.

Sonuç

Sonuç olarak, İslam dini içerisinde tasvir edilen Tanrı figürü, bireysel özgürlük kavramını sistematik bir şekilde baskılayan ve bireyi korku-ödül mekanizmasıyla yönlendiren bir yapıya sahiptir. Bu durum, özgür iradeyi yalnızca teorik bir imkân olarak bırakmakta, pratiğe ise zorunlu itaati dayatmaktadır. Tanrı’nın sunduğu cennet ve cehennem kurguları, bireyin kendi öz iradesiyle seçim yapmasını değil, cezalandırılmamak korkusuyla belirli bir yola mecbur kalmasını sağlamaktadır. Bu açıdan bakıldığında, İslam dini, bir mazoşist Tanrı’nın ideolojisini yansıtan ve bireyi özgürlükten mahrum bırakan bir inanç sistemi olarak değerlendirilebilir.

Kaynakça

  • Feuerbach, Ludwig. The Essence of Christianity. (Translated by George Eliot). New York: Dover Publications, 2008.

  • Freud, Sigmund. The Future of an Illusion. New York: W. W. Norton & Company, 1961.

  • İbn Rüşd. Tehâfütü't-Tehâfüt (Tutarsızlığın Tutarsızlığı). Çev. Ahmet Arslan. İstanbul: Klasik Yayınları, 2004.

  • Russell, Bertrand. Why I Am Not a Christian. London: Routledge, 2004.

  • Sartre, Jean-Paul. Existentialism Is a Humanism. New Haven: Yale University Press, 2007.

  • Watt, W. Montgomery. Islamic Philosophy and Theology. Edinburgh: Edinburgh University Press, 1985.

  • Yüceer, Ali Osman. “İslam’da Özgür İrade Meselesi Üzerine.” İlahiyat Fakültesi Dergisi, cilt 14, sayı 2, 2013, ss. 45-68.


3 Nisan 2025 Perşembe

Evren ve Ontoloji (Varlık Felsefesi)

 


Evren ve Ontoloji (Varlık Felsefesi)


Giriş

Evren ve varlık, birbirinden ayrı düşünülemeyecek kadar iç içe geçmiş bir bütünü simgeler. Her ikisi de varoluşun temel taşları olup biri olmadan diğeri anlamını yitirir. Evrenin oluşum sürecinde insanın doğrudan bir etkisi olmamıştır; lakin, evrenin bu denli önemli görülmesi ve varoluşunun tartışılması hususunda insan aklının rolü büyüktür. Varlık olmasaydı, evren yalnızca var olmuş, ancak adı konulmamış bir olay olarak kalırdı. Dolayısıyla, evrenin varlığını olağan dışı bir kişiye ya da bir imgeye dayandırmak olanaksızdır; çünkü fiziksel olarak var olmayan düşsel bir varlığı, fiziki gerçekliklere bağlamak mantıksal bir çelişkidir.

Tanrı ve Evren İlişkisi

Tanrı ve evrenin ilişkisi bir arada düşünülemez; zira, var olmamış ve yalnızca zihinsel bir tasarımdan ibaret olan bir varlık, fiziksel bir gerçekliği yaratamaz. Bu durumda, tanrı kavramının evrenin varlığıyla doğrudan bir bağı kurulamamaktadır. En basit ifadeyle, insan zihninde yaratılmış bir düşünsel varlık, fiziksel dünyanın oluşum sürecinden sorumlu tutulamaz. Varlık mevcutsa bir şeyler var olur; varlık yoksa hiçbir şeyin varlığından söz edilemez.

Ontoloji ve Evren

İnsan ve evren, birbirinden ayrı düşünülemeyecek şekilde bir bütün oluşturur. Evren, maddelerden ve varlıklardan meydana gelmiştir; insan da aynı maddelerden var olmuştur. Dolayısıyla, insanlık ve evrenin varoluşu ayrılmaz bir bütündür. Evrenin oluşumunda enerji ve atomlar belirleyici unsurlardır ve canlı varlıkların meydana gelişinde de aynı bileşenler rol oynar. Ancak, insan olmasaydı evrene anlam yükleyecek bir bilinç de var olmayacaktı. Bu nedenle, insanlık yalnızca kendi varoluşu açısından değil, evrenin ve içindeki her şeyin anlam kazanması açısından da kritik bir rol oynamaktadır.

Sonuç

Evrenin varlığını düşsel bir varlığa dayandırmak olağan dışıdır ve rasyonel bir zeminde kabul edilemez. Varlık ve evren, varoluşsal süreçte bir bütünlük arz eder; çünkü evrenin ve varlıkların oluşumundaki temel bileşenler yok sayılamaz. İnsan, evrene ve içindeki her oluşuma anlam yükleyen, onu sorgulayan bir varlıktır. Bu nedenle, insanın varlığı, evrenin ve evren içindeki tüm süreçlerin anlam kazanması açısından vazgeçilmezdir.


Araştırmacı Yazar: Halim Yusuf Pilavcı

Tarih: 03.04.2025



Kaynakça

  • Heidegger, Martin. Varlık ve Zaman. Çev. Kaan H. Ökten, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2021.

  • Kant, Immanuel. Saf Aklın Eleştirisi. Çev. Aziz Yardımlı, İdea Yayınları, 2019.

  • Sartre, Jean-Paul. Varlık ve Hiçlik. Çev. Hülya Tufan, İthaki Yayınları, 2020.

  • Russell, Bertrand. Felsefe Problemleri. Çev. Vehbi Hacıkadiroğlu, Say Yayınları, 2018.

  • Whitehead, Alfred North. Süreç ve Gerçeklik. Çev. Mehmet Şahin, Pinhan Yayıncılık, 2022.


Varoluşçuluk Arkesi

Mazoşist Tanrının Doğru Dini: İslam

  Giriş İnanç sistemleri tarih boyunca insanın anlam arayışıyla şekillenmiş ve çeşitli Tanrı tasavvurları etrafında örgütlenmiştir. Ancak bu...